Dupnisa Gezisi


Geziler, Kırklareli / Çarşamba, Ocak 17th, 2018

Trakya ve Marmara Bölgesi’nin en önemli mağara sistemi diyebiliriz sanırım Dupnisa için. Hem kolay, hem atraksiyonlu hem de fantastik güzelliklere sahip olmasından dolayı birçok mağaracının ilk mağarası Dupnisa olmuştur. Ben de bu mağaracılar arasına 25 sene önce katıldım. Ondan sonra uzun seneler boyunca senenin ilk gezisini Dupnisa’ya yapmaya devam ettik.

Bu gezilerdeki girişlerde yenileri mağaranın sonunda “karanlık ayini” yaptığımız yere götürüp getirdik, eğer ekip hızlı ve hevesliyse Güzellik Salonu denen ve güzel oluşumların olduğu salona da çıkardık. Bu çıkışlardan birinde yerdeki ufak delikten aşağı sürünmeye karar verdik ve galeri inatla bitmek bilmedi. Genişleyen galeride bir noktada SRT bile yapmamız gerekti.

Başka bir sefer, sonlara doğru yukarıdan bağlanan kocaman bir bacaya türlü teknikler icad ederek tırmandık. Kah baca yapıp kah babalara kement atarak galerinin tepesine ulaştığımda taban, üzerinde hiç ayak izi olmayan bir kum tabakasıyla kaplıydı. Oraya ilk ayak basacak insan olduğumu fark edince kendimi tekrar dünyadaki bir astronot gibi hissettim.

Güzellik Salonu, mağaranın en güzel yerlerinden biri. (Foto: Yaman Özakın)

Kurak bir yaz günü yaptığımız diğer bir gezide mağaraya suyun girdiğini tahmin ettiğimiz düdeni bulduk. Düdenin ağzı toprakla kapalıydı ama 3-4 saat boyunca kazarak bir mağara girişine ulaşmayı başardık. Ana mağaraya bağlanacağımızı umarak heyecanla ilerlediysek de bütün kollar daralarak bitti.

Bu keşfettiğimiz galerilerin haritasını çizip mağaranın haritasına eklemek istediysek de bunu yapamadık. Bunun sebebi de bu kolların haritalarda nerede olduğunu tam olarak kestirmek oldukça güçtü. Haritalarda çok fazla ayrıntı yoktu. Bunun yanında bu kadar önemli bir mağaranın üç boyutlu ölçümlerinin olmaması da bana çok büyük bir eksik gibi geliyordu. Ayrıca son ölçümler oldukça eski tarihlerde yapılmıştı ve lazer metre teknolojisi olmadığından galerilerin boyutları güvenilir değildi.

Bu dediklerimin çoğu tabii ki mağaraların çoğu için geçerli. Çoğu mağaranın ölçümü kaybolup gitmiş. Elimizde kesitler ve planlar olsa da bunlardan mağaranın üç boyutlu şeklini çıkarmak hemen hemen imkansız. Tek yapabileceğimiz mağaraları -en azından önemli olanları- baştan ölçmek ve bütün ölçümleri bir veritabanında saklamak.

Veritabanını neredeyse bitirdik. Mağaraları tekrar ölçmeye gelince buna da Dupnisa’dan başlamak istedik. Geziye, hem mağaranın güzel ve rahat olması hem de kamp yerinin keyifli olması sebebiyle bir sürü eski mağaracı birden gaza gelerek geziye katılmaya karar verdi. Ufak bir ekiple gideceğimizi sanarken birden kendimi 30 kişiyi, sürekli değişen sayıda arabaya yerleştirmeye çalışırken buldum.

Gezi yaklaştıkça hava durumu tahmini de kötüleşmeye başladı. O zamana kadar serin bir ilkbahar gibi olan hava, haftasonu yaklaştıkça yerini yağmura ve hatta kar fırtınasına bırakacaktı. Ama sonuçta gittiğimiz mağara Dupnisa idi, kaç haftadan beri, çalışan insanlar izinlerini almışlar, öğrenciler programlarını buna göre yapmıştı. Hem yanımızda arazi araçları da vardı. Mağara yolundaki dereyi, su seviyesi yükselse bile bir şekilde geçerdik.

Kampa giden yolu kesen dere ve köprü

Cuma akşamı İTÜMAK kulüp odasında buluştuk. Tuğçe, Kerim ve ben yemek alışverişine gittik. Nermin’in hazırladığı muhteşem spesifik liste ile alışverişimizi bir çırpıda yaptık. Listedeki “42 ekmek” maddesine geldiğimizde ise durakladık, çünkü markette yeteri kadar ekmek yoktu ve varolanlar da muhtemelen bayattı. Ben dahiyane bir karar vererek yolda her zaman ekmek aldığımız fırından taze ekmek almanın daha iyi olacağını söyledim. Ekmek almadan hazırlandık ve çoğu İTÜMAK’lı olan ekibimizle yola çıktık.

Biz yoldayken yağmur da ufaktan başlamıştı. GPS’in kendi kendine rotamızı değiştirmesi yüzünden ekmekleri almayı planladığımız fırının oradan geçmedik, Çukurpınar köyü üzerinden kamp yerine ulaştık. Ekmek alma işini de sabah erkenden yola çıkacak Erdi’lerin arabaya havale ettik. Gece 2’de kamp yerine vardık ve çadırları kurup uyuduk. Sabah her şey çok farklı olacaktı.

Saat 8:30 gibi yağmur damlalarının çadırın tentesindeki pıtırtılarına uyandım. Mağaraya girecek 3 ekipteki toplam 9 kişi saat 13:00 gibi hazırlanmayı bitirdi. Bu sırada kampa varan Erdi’ler ekmek almadıklarını, onların da bu işi bir sonraki arabaya havale ettiklerini söylediler. Ateş de henüz yanmadığı için kahvaltı hayallerimiz gittikçe hızlanan yağmurun oluşturduğu gölcüklerdeki suya düştü.

Mağaraya 9 kişi olarak saat 13:30 gibi girdik. Kız Mağarası’nın ana kola bağlandığını tahmin ettiğimiz yerde 3 ekibe ayrıldık. Kayhan, Kerim ve Hulusi, o noktadan mağaranın dışına doğru; Kumsal, Selen ve Bensu büyük galeriye doğru ölçecekti. Ben, Türker ve Sedat da büyük galerinin etrafını dolaşıp sonraki karanlık ayini odasına doğru devam edecektik.

Turistik kısımdaki merdivenlerin oradaki en az 2000 bireylik yarasa kolonisi.

Galerinin etrafını dolanmamız 3 saatimizi aldı. Bu sırada iki yeni keşfedilmemiş galeri keşfettik, biri oldukça heyecan verici görünüyordu. Büyük galerideki “G-0” istasyonuna dönüp ileriye doğru devam ettik. Elimizden geldiğince çok sayıda istasyonu kağıt parçaları ile işaretledik. Bu sırada normalden çok yukarıda olan su seviyesi beni tedirgin etmişti. 20 saattir aç olmamız, gece doğru düzgün uyumamış olmamız da buna eklenince dönüşe biraz erken geçmeye karar verdik.

Biz ölçüm yaparken Emre, Özgün, Emel ve Erdi de mağaraya girmiş, Kumsal’ların ekipten ölçümü devralmış ve büyük galerideki G-0 istasyonuna birleştirmişti. Kayhan’lar çıkışa çok yaklaşmış ama tam turistik kısmın merdivenlerinin başladığı yerde üşüyüp çıkmışlardı.

Dışarıda yağış devam ettiğinden mağaradaki su inanılmaz artmıştı. 25 yıldır mağarayı bu kadar aktif görmemiştim. Her oluşumdan şarıl şarıl su akıyordu, her havuz su doluydu. Bu sırada yolu geçen deredeki su da yükselmiş, insanlar arabalarını ne olur ne olmaz diye derenin öbür tarafına bırakıp kampa yürümüşlerdi.

Üzüntü ve plastik çizme

Kampa döndüğümüzde yağmur yerini kar yağışına bırakmıştı. Etrafa baktığımda bazı çadırların ortadan kaybolduğunu, bazılarının da oluşan su akıntılarından kaçmak için yer değiştirdiğini gördüm. Kaybolan çadırlar hayra alamet değildi. Anlaşılan o ki bir kısım arkadaşlar soğuk ve ıslak mağaradan çıkınca kampın sağladığı komfordan daha fazlasını istemiş ve derenin yanına park ettikleri arabalarına yürümüşler ve kamp terk etmişlerdi.

Bu arada son anda iptal olan Ahmet Şener’in arabasındakilerden Nermin ve Aydın otobüsle Demirköy’e gelmişler ve dönen ekiptekilerden Ozan’ın araba onları alıp Sarpdere’de iyice suyu artmış derenin oraya getirip bırakmıştı. Kampa olan bir saatlik yürüme yolunu sabaha bırakıp bu gece orada kamp kurmaya karar vermişlerdi.

Kırmızı Başkan da geceyi geçirmek için derenin yanındaki arabasına yürümeye karar vermiş ve debisi iyice artan derenin içinden yürüyerek geçmeye çalışırken heyecanlı anlar yaşamıştı. Neyse ki o da sağ salim arabasına vardı.

Misafirperver yerel halk bize çadırlarının kapısını açarken.

Kiminin ilk mağarası, kiminin ilk mağarası kimininse uzun süre sonraki ilk gezisiydi ve bundan daha sefil olamazdı muhtemelen. Sefil ve ıslak bir halde bir türlü doğru düzgün yanmayan ateşi yelleyerek ısınmaya çalıştık.

Bu arada Kayhan’ların ekibinin ölçümü mağara ağzına ulaştıramadığını öğrenmiştik. O kadar ölçümden sonra en azından mağaranın araziye oturtulmuş bir haritasını çizebilmek için ölçümü dışarıda bir noktaya ulaştırmak elzemdi. Kerim ölçümün bırakıldığı son noktayı (“duvara yazılmış HASAN’ın S’si”) tarif etti ve Kahraman Türker ile beraber tekrar mağaraya yollandık. Ne Hasan’ı ne de S’sini bulabildiğimizden duvardaki başka bir noktadan (“P.31″‘in noktası) ölçüm almak zorunda kaldık.

Ölçümün sonlarına doğru birden biri mağaraya girip bize doğru koşmaya başladı. “Aha” dedim, “sıçtık”. Ya Jandarma geldi, bizi götürmek istiyor ya da birinin başına bişey geldi. Özgün bize ulaştığında “üşüdüm lan!” dedi ve aynı hızla geri koşup mağaradan çıktı. Biz de Türker’le ölçümü bitirdik ve tekrar kamp yerine döndük. Mağaranın ana kolunun çoğu, bir ölçüm harici tamamlanmıştı.

Bu sabahların bir anlamı olmalı.

Kampa döndüğümüzde Erdi ateşe el atmış ve ateş bir “Krikor Ateşi” seviyesine yaklaşmıştı. Üstümüzü kurutup artmaya başlayan yağmuru sallamayarak bir iki saat ateş başında 5 kişi geyik yaptık. Sonra da çadırımıza yollanıp uykusuz ve ıslak bir geceye daha yelken açtık.

Sabah Hakan’ın “Yamaaaan, kar yağmış oğluuum” nidalarıyla uyandık. Tüm kamp bembeyaz, dışarıda bırakılan ıslak tulumlar kaskatı donmuştu. Muhtemelen Kumsal hariç kimse uyumamıştı. Derenin suyu azalmıştı ve bunu fırsat bilerek kampı terk etmeye karar verdik. Bu arada Türker ve Kerim Hasan’la P.31’i birleştirmek için tekrar mağaraya gittiler ve ölçümü birleştirdiler.

Aramızda sefil olmayanlar da vardı.

Dönüş yolunda yol kenarında muhtemelen hepimizden konforlu bir gece geçiren Aydın ve Nermin’i de aldık ve İstanbul’a doğru yola koyulduk. Yolda yemek yemek için koordine olma çabalarımız da hüsrana uğrayınca her araba farklı bir yerde yedi. Istırancalar’ı aşınca karlı hava sihirli bir değnek değmişçesine birden yerini günlük güneşlik bir havaya bıraktı.

Türlü sefilliğe, rahatsızlığa rağmen herşey İstanbul’un trafiği ve gürültüsünü çekmekten iyiydi. Dönüş yolunda trafiğe takılınca bunu daha bir anladık.

Yaman Özakın – 17 Ocak 2018